Bu kez hızlı bir giriş yapıyorum yazıya….
Bilenler bilir! 2018’den bu yana Hristiyanlık Yahudilik kavgası, Neo-con ABD – Protestan İngiltere çekişmesi ve tüm bu olaylara karşın Türk-ingiliz ittifakını yazıyoruz.
Sağolsunlar kıymetli takipçilerimiz, Türk-İngiliz ittifakını yazdığımız yazıları çok yakından takip ettiler ve Milli Üst Aklın Harb-i Kübra’ya nasıl hazırlandığına çok ilgi gösterdiler.
Afrin operasyonlarından bu yana her fırsatta daha da netleşen Türk -İngiliz ittifakı aslında Yahudiliğe karşı kurulmuş bir birliktelikken bu kez bu ittifakın temeline götüreceğim sizleri.
1453’te İstanbul fethedildiğinde Hıristiyanlığın verasetinin Türklere geçtiğini kabul etmeyen Papa, Fatih Sultan Mehmet’e itaat etmeyince gerekçe olarak Bizans kralı Konstantin’in kardeşinin Mora’ya kaçırıldığını ve Hıristiyanlığın verasetinin bu kaçırılan kardeş Zeo’da olduğunu savunuyordu.
Bunun üzerine Fatih Mora’ya bir sefer düzenledi. Ancak Mora ele geçirilse de Veliaht kardeş Zeo, Fatih’ten kaçırıldı ve Roma’da Papalık tarafından ismi Sophia olarak değiştirildi.
Papalığın gayesi Bizans verasetini Sophia üzerinden devam ettirmekti. Papalık bu ideali için 3.Roma’yı kurmak üzere Katolik ve Ortodoksların ittifak yapması gerektiğine inanıyordu. Bu inanç doğrultusundaki ilk ciddi adım da Ortadoks tahtında oturan Rus lider 3.Ivan ile Katoliklerin sembolü haline gelen Sophia’yı evlendirerek, yine Papalık tarafından atılmıştı. İvan’dan sonra tahta; İvan’ın ilk eşi Maria’dan doğan oğul değil, Sophia’dan doğan oğul geçirilmişti.
Papalığın planı işliyordu Ortadoksluk ve Katoliklik ittifaktan öte aile bağı ile ve iktidar bağı ile birleştirilmişti.
Ancak Fatih’in torunları da boş durmamıştı. Bu tehlikeli birleşime karşı 1529’da kilisenin skolastik düşüncesine karşı başkaldıran Martin Luther öncülüğündeki hareket, Kanuni tarafından desteklendi ve 1529 yılı bitmeden Kanuni Sultan Süleyman ile Martin Luther bir araya geldi. Hatta kapitülasyonlar bu görüşmenin bir ürünü olarak ortaya çıktı.
Yani papalık Hristiyanlığı İslam’a karşı birleştirmeye çalışırken Kanuni Sultan Süleyman Martin Luther’i destekleyerek Hıristiyanlığı yeniden bölmeyi başarmıştı. Bu kadar da değil, Osmanlı’nın verdiği destek ve kapitülasyonlarla birlikte de Protestanlık hızla yayılmış, neticede halkın büyük çoğunluğu açısından bakıldığında İngiltere, protestanlığın yurdu haline gelmişti. Bu konu artık Hristiyanlık için bir mezhep ayrışmasından ziyade papalığa muhalif bir Britanya gerçeğine dönüşmüştü.
Rivayet odur ki Osmanlı Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinin Protestan İngilizlerle teması bu tarihten itibaren yoğunlaşarak devam etmişti.
Tarih 1917 … Mustafa Kemal Paşa o yıllarda sık sık II. Abdülhamit ile görüşmektedir. Paşa bir yandan Osmanlı Devleti’nin mevcut idaresini eleştirirken diğer yandan “Son gerçek padişah” olarak adlandırdığı ikinci Abdülhamit ile Abdülhamid’in şahsi doktoru Harun Carih üzerinden verdiği randevularla görüşmektedir. İşte bu nokta çok önemli zira Harun Carih’in kardeşi Ezra Carih, cumhuriyette Garih ailesi olarak bilinen Üzeyir Garih’in babası Protestan bir Hristiyandı ve sonrasında müslüman olmuştu.
Ancak garip olan Mustafa Kemal’in bazen Harun, bazen de Harun’un kardeşi Ezra Carih üzerinden haberleştiği Sultan Adülhamid’in bir müslümana değil de bir Protestana güven duyuyor olmasıydı. Diğer bir ilginç olan taraf ise aynı soydan gelen Harun’un yeğeni Üzeyir Garih’in atalarının aksine Protestan değil, Musevi olarak bilinmesiydi. Üstelik Üzeyir Garih 2001’de öldüğünde nakşibendi şeyhi, Şeyh Hüseyin Efendi’nin kabri başında öldürülmüş ve cebinden de cevşen çıkmıştı.
O halde Üzeyir Garih’in babası Ezra Carih’e biraz daha yakından bakalım. Ezra Carih, Sultan Abdülhamid’in özel doktoru Harun Carih’in kardeşi olmasının yanında Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak’ın da yakın dostuydu. Üstelik Ezra Carih ile bu iki paşanın tanıştığı yer dönemin nakşibendi şeyhi, Şeyh Hüseyin Efendi’nin Dergahıdır. Hani şu Ezra Carih’in oğlu, Üzeyir Garih’in öldürüldüğü gün, kabrini ziyaret ettiği Şeyh Hüseyin Efendi’den bahsediyorum.
Taşlar yerine oturmaya başladı sanırım. Türk Millî Üst Aklı protestanlığa yol verirken protestanlığın ve hatta Protestanlık aracılığıyla da museviliğin içine sızmayı başarmıştı. Zira Şeyh Hüseyin Efendi’nin yetiştiği dergah olan Özbekler Tekkesi ve tekkenin mensubu Celal Bayar gerçeği üzerinden anlatılacak daha çok şey var lakin yazıyı uzatmamak adına şöyle bir özet geçiyorum.
1917 Nisan’ında Harun Carih’in kardeşi Ezra’nın Mustafa Kemal Paşa’ya getirdiği haber neticesinde belki de son kez görüşen II. Abdülhamit Han ile Mustafa Kemal “Milli Mücadele”yi ilk kez planlıyorlardı!
Mücadelenin başladığı 1919’dan sonra da Mustafa Kemal Celal Bayar’ı yanına çağırdığında Bayar, Özbekler Tekkesi’nde; yani Şeyh Hüseyin Efendi’nin hocası, Şeyh Ata Efendi’nin dergahındaydı. Peki Mustafa Kemal’in yanına kim gelmişti? İsmet İnönü!
Hatırlayın! Paşa’nın 1937’de Başbakanlık görevinden alıp yerine Celal Bayar’ı getirdiği İnönü!
1935’te Paşa’nın rızası dışında CHP tüzüğü Recep Peker’in isteğiyle ve “Paşa hasta!..” bahanesiyle değiştirildiğinde Avrupa’daki faşist partilerin tüzükleri örnek alınmıştı. Paşa tedbir amaçlı 1937 yılında İnönü ve Peker’i partiden uzaklaştırıp Celal Bayar’ı başbakan yaptırdıysa da Paşa’nın vefatından sonra Celal Bayar görevden alınmış ve istifa ettirilerek yeni Cumhuriyet Paşa’nın izinden, yani Türk Millî Üst Aklının kontrolünden çıkarılmaya çalışılmıştı.
Peki yapabilirler mi? Tabi ki hayır! Kim derdi ki 1529 da ilk kez başlayan Türk- İngiliz ittifakı bugüne kadar devam edecek ve Türk Millî Üst Aklı son viraja kadar İngilizlerle iyi geçinmek suretiyle dünyayı Harb-i Kübra’ya hazırlamak üzere bugün en güçlü dönemine gelecekti?
O halde bizi izlemeye devam edin!