Lige “Mutlak Şampiyonluk” hedefiyle başlayıp ilk 4 hafta galip geldikten sonra, son 3 haftada sadece 1 puan kazanabilmek, “Şampiyonluk” hedefindeki bir takıma yakışmıyor.
Altınordu maçıyla birlikte “Geliyorum” diyen artçı şok, Ankaragücü maçıyla depreme dönüştü. Geçen haftaki Balıkesirspor maçı ve son oynadığımız Elazığspor maçıyla da sarsıntısı sürüyor.
Altınordu maçında galip gelmiş olsak da üst üste yediğimiz gollerin neticesinde futbolcuların şampiyonluk havasına erken girdiği açıklamalarını duyup, gereken derslerin çıkarılacağını dinlemiştik.
Ama sonraki üç maça baktığımızda 4-1’lik farklı bir mağlubiyet, son dakikada kazanılmış 1-1’lik beraberlik ve yine 1-1’i yakalamış ama 5 dakika içinde 3-1 mağlubiyet elde etmiş bir takımda, işlerin artık ne şampiyonluk havasına girmiş olmakla açıklanacak bir tarafı var, ne de gereken derslerin çıkartılamadığının arkasına sığınılacak bahaneler kaldı.
Elazığspor maçının 85’inci dakikasına kadar, bir önceki Balıkesirspor maçının dejavusunu yaşamış gibi oldum. Yine bir penaltı golüyle 1-0 geriye düştük ve yine bir penaltı şansıyla 1-1 beraberliği yakaladık. Kalan dakikalarda Rizespor’un öne geçerek bu dejavu hissinden bizleri kurtaracağını beklerken tıpkı Altınordu maçındaki gibi, tıpkı Ankaragücü maçındaki gibi üst üste kalemizde 2 basit gol daha gördük.
Maçın ilk yarısına bakıyoruz, tıpkı bir önceki maçta olduğu gibi net pozisyonlarımız var, hatta bu kez oyunun kontrolü de bizde ve rakibin bir net pozisyonu dışında kalemizde etkisi hiç yok. Buna rağmen etkili oyunumuzdan sonuç alamıyoruz. Bu devre özellikle Recep Niyaz ve Orhan dışında sahada istekli görünen kimse yoktu. Hele Oğulcan üst üste yaptığı bireysel hatalarla sonuç alınamamasının öncülerinden oldu. Geçen sene de aynı düşüşü yaşamıştı ve bu sezona bakıyoruz yine düşüşe geçmiş durumda. Kweuke sakatlıktan sonraki ilk maçı diye midir bilemiyorum ama sahada adeta dolaşıp durdu, topa dokunmaya bile çekinir haldeydi. Süleyman sanki ilk 11 futbolcusu değil de, sonradan oyuna girmesi gereken bir futbolcu olduğunu gösterir haldeydi. Mehmet Uslu’dan olumlu çabalar beklerken penaltıya sebebiyet vermesi, “Daha çok iyi kafa gollerini göreceksiniz” iddiası üzerine beklenti içinde olduğumuz Samudio’dan kaçırdığı bir kafa pozisyonu daha derken, direkten dönen, kaleciden çıkan, üstten-yandan kaçanlarla gol atmayı istemez bir haldeydik. Köşe vuruşunda yediğimiz golde adam tutamayışımız ve Kweuke gibi bir cüssenin üstünden bunun gerekleşiyor olmasıyla, önce kadro dışı kaldığını öğrendiğimiz, 3 gün sonra maç kadrosunda olduğunu gördüğümüz Ümit’in Miloseviç’in sakatlanmasıyla oyuna girerek bulduğu fırsatı yediğimiz son golde olumlu bir hale döndüremeyişi… Maçla ilgili yazacak o kadar çok şey var ki, şöyle bir genele baktığımda mağlubiyetimizin faturasını bir tek hakeme kesemiyorum.
Geçen hafta da yazdım; bu takımda ters giden bir şeyler var. Geçen sene en çok takımın sistemsizliğini eleştiriyorduk. Hala bir iskelet oturtamadığımız ve hangi sistemle oynadığımızı çözemediğimiz gerçeği ortada. Oyun içindeki taktiksel değişiklikler de bence futbolcular üzerinde beyin erozyonu yaşatmaktan öteye gitmiyor. Hikmet Hoca, geçen haftaki toplantısında Mustafa Denizli’nin cümlelerinden örnek vererek, her hocanın saha içinde bir düşüncesi olduğundan bahsetmişti. Mutlaka da vardır ama o düşüncesini ya anlatamıyordur, ya da anlayacak kapasitede insanları tercih etmemiştir. Hangisi olduğuna kendisi karar versin. Ama şu da bir gerçek ki, karpuzdan çilek tadı alamazsınız.
Yazı yeterince uzadı, kalan bazı şeyleri de sonraki yazıya bırakalım ama son demde, Hikmet Hoca istifa eder mi etmez mi bilemiyorum ama bu takımda öncelikle sinerji eksikliği olduğu belli oluyor. Hatta şarkısı da var; "Yok ki aramızda sinerji... Tutmayınca tutmuyor işte..." Bu sinerji eksikliğinin de nereden kaynaklandığını bulmak, yönetenlerin işidir. Daha fazla kan kaybı yaşamadan, gerekli ve kalıcı çözümün bulunacağına inanıyorum.