Evimizde konuk ettiğimiz Elazığspor karşısında son dakikaya kadar, Altınordu mağlubiyetinin ardından yeni bir galibiyet serisi yakalamaya başladığımız için hevesleniyorduk ki, gelen penaltı golüyle bu hevesimiz kursağımızda kaldı.
İki yarısı da birbirinden farklı bir maç izledik. İlk yarıda bulduğumuz gol ve kaçırdığımız goller son dakikaya kadar farkı açıp rahata ereceğiz temennilerini beraberinde getirse de, “atamayana atarlar” misali, özellikle maçın 70’inci dakikasından sonra “geliyorum” diyen gol rakipten geldi ve basit bir penaltı ile 2 puandan olduk.
Hep Altınordu maçını örnek verir hale geldim ama bir nevi bu devredeki kırılma maçımız oldu o maç. Özellikle o maçın ardından iyi dersler çıkardığımıza inandık ve hem Ankaragücü, hem de Balıkesirspor maçlarında bunu gördük. Ama sanki Elazığspor maçında dersimize iyi çalışmadık gibi geliyor.
Daha önceki maçlarda özellikle ikinci yarıda yapılan değişiklikler takıma olumlu yansırken bu kez İbrahim Hoca, maçı yanlış okuduğundan olsa gerek, yerinde olmayan ve yanlış hamleler yaparak zaten kırılgan olan orta sahamızı daha da etkisizleştirirken, bu alana rakip takımın tecrübeli hocası Hüseyin Kalpar’ın yaptığı hamlelere karşılık verememiş oldu.
Futbolu satranca da benzetmek mümkün. Asıl rakipleri Teknik direktörler olarak düşünürsek futbolcular ise satranç taşlarını oluşturuyor. Futbolcu sahada anlık kararlar vermesi gerekirken, teknik direktör ise oyunu okuyarak, rakibini çözmeye çalışarak hamleler yapmak durumundadır. Maalesef bu açıdan bakarsak İbrahim Hoca, rakibi Kalpar karşısında tecrübesiz kaldı ve kaçırılan 2 puanın da mimarı oldu.
"Belki penaltı olmasaydı kaçmazdı 2 puan" diye düşünebiliriz ama penaltı olmasa da bu kez uzatmalarda gol yeme ihtimali yüksekti. Çünkü özellikle 70’den sonra kendi sahamızda boğulan, sürekli baskı yiyen bir takım olarak daha ne kadar dayanabilirdik bilemiyorum. Tabii penaltıdan önce Lincoln’e verilmeyen faul nedeniyle hakeme de yüklenebiliriz. Belki hakem bizim futbolculara kart gösterirken daha bonkör davranıp rakibi bu anlamda kolladı şeklinde görünse de, puan kaybını hakeme yükleyemeyiz. Bizim gol öncesi rakibe yapılan faulü de görmezden geldiği gibi Ramos’a da kıyak geçtiğini belirtebiliriz.
Bu puan kaybı bir nevi nazarlığımız olsun. Ama şunu da anlamak gerekiyor. Artık ders çıkartma maçlarını oynamıyoruz. Artık sonuca gitme maçlarını oynuyoruz. O yüzden herkes dersine iyi çalışacak. Yapılıyor mu bilmiyorum ama gerekirse rakiplerimizin son oynadığı 3-5 maç didik didik incelenip analizler çıkartılmalı. Belirlenen kadro, yapılacak hamleler “ben aldım oynasın” diye değil de ihtiyaca göre belirlenmeli. Şimdi bu maçta orta sahanın durumu ortadayken kadroda Robin Yalçın gibi pres yapabilen, rakibi bozabilen, risk alıp topu ileriye taşıyabilen bir ismi görüp oyuna dahil edildiğini görmeyince, İbrahim Hocanın “okuma ve okuduğunu anlama hatasına” düştüğünü söyleyebiliriz.
Bazen böyle basiret bağlanmaları olabiliyor. 10 gün içinde 3 maç oynayan takımlar arasında üst üste iki maçı da evinde oynayarak şanslı bir konumdaydık. Yani bu puan kaybını yorgunluğa, maç yoğunluğuna bağlamak imkansız. Şimdi 3 Mart’ta deplasmanda Samsunspor ile, 7 Mart’ta evimizde Gaziantepspor ile ve 10 Mart’ta deplasmanda Boluspor ile oynayacağız. 8 gün içinde 3 maç ve ikisi deplasman. Asıl yoğunluk şimdi başlıyor ve bu periyodu kayıpsız atlatmayı diliyorum. O yüzden dersimize iyi çalışmalıyız.