1931 İslam Birliği Genel Kongresi ve Bugün…

TAKİP ET

'Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın parçalanmayın…' (Ali İmran- 103) ayetinin ifade etmiş olduğu manayı bugün daha iyi anlamaktayız

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın parçalanmayın…” (Ali İmran- 103) ayetinin ifade etmiş olduğu manayı bugün daha iyi anlamaktayız. Daha net bir ifade ile ayette emrolunan “parçalanmayın” buyuruğunun sonucunu göz yaşlarıyla yaşamaktayız.   Ümmeti Muhammed birlik, beraberlik içerisinde olamamanın sıkıntılarını yaşamaktadır. Diyar-ı İslam’ın içler acısı durumu ortadadır. Ümmetin, birlik ve beraberlik içerisinde olamaması, koordineli hareket edememesinden kaynaklı bir çok sıkıntı yaşıyoruz.   Kudüs, Gazze, Arakan, Suriye ve diğer Bilad-i İslam kan ağlamakta, Müslümanlar zalimin zulmü altında inim inim inlemektedir. Aslında mevcut durum, Müslümanlar açısından bir zillettir. Yaşanan bu zilletin tek nedeni birlik, beraberlik içinde olmayışımız ve Allah’ın ipine (İslam’) sımsıkı sarılmayışımızla ilgilidir.   Bayramın üçüncü günü Yeni Akit Gazetesinde “Müslümanlar için 1931 ruhu nedir?” başlıklı bir yazı okudum. Yazıda, 10 Aralık 1931 yılında Kudüs’te yapılan İslam Birliği Genel Kongresi anlatılıyordu. Kongre, zamanın Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni'nin girişimleriyle yapılmış. Kongre Türkiye, İran, Suriye, Irak, Mısır, Trablusgarp (Libya), Tunus, Yemen, Filistin, Lübnan, Doğu Ürdün, Cezayir, Hicaz (Suudi Arabistan), Rusya (Ortaasya Türk Devletleri), Mağrib (Fas), Hint kıtası, Seylan (Sri Lanka), Nijerya, Cava Adası (Endonezya), Doğu Türkistan, Kafkasya ve Yugoslavya'dan 153 delegenin katılımıyla yapılmış.   Kongrede 17 maddelik bir karar metni hazırlanmış, oybirliği ile kayıt altına alınnmış. Bu kararların arasında, savunma ve ekonomik işbirliği çerçevesinde maddeler mevcut.   Katılan ülkelere baktığımızda görüyoruz ki, tüm ümmet oradaydı. Toplantı tüm mezhepsel aidiyetlerin ötesinde icra edilmişti. Müslümanların arasında birliğin tam anlamıyla sağlandığının bir nişanesi olarak, Şii din alimi Muhammed el-Hüseyin Al-i Kaşif, “Sünni, Şii ve İbadiyye'lerden oluşan ve onbini bulan cemaate” Mescid-i Aksa'da Cuma namazı kıldırdı.   Dünyanın dört bir tarafında sömürülen, toprakları işgal altına alınan, soykırıma uğrayan ve ezilen Müslüman halkların başına gelecek bu halleri önceden gören İslam Aleminin önde gelenleri bu kongreyi yapmıştı. (Hilafet makamı 7 yıl önce 1924’de ‘TBMM’nin şahsı manevisinde mündemiçtir’ kandırmacasıyla kaldırıldı)   Tarihte Şiiler ile Sunniler bir arada hiç bulunamadılar, ortak hareket edemediler , Şiiler, her zaman Osmanlının karşısında oldular iddialarıyla İslam Birliğini engellemeye çalışanlara da ciddi bir ders olmuştu kongre. Belki tarihte ilk kez Şiiler ile Sunniler bir araya gelip ortak hareket etmişleri. Belki Kongrede alınan kararlar hayata geçememişti. Ama Sunniler ile Şiilerin bir araya gelebilmiş olması bile birlik ve beraberlik içerisinde olunabileceğinin en büyük delili olmuştu.   Bu heyecanı, İslam Alemi hilafetin lağvından sonra ikinci kez, 1997 yılında yaşamıştı. Türkiye Cumhuriyetinin öncülüğünde, Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya’nın katılımıyla D-8 kurulmuştu. O zamanlar Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Başbakan olduktan sonra ilk ziyaretini İran’a yapmasından dolayı çok eleştirilmişti. Kimi aklı evvellere göre Başbakan Erbakan, önce batıya gitmeliydi. Erbakan ise, batının ancak ve ancak güçten anladığını gayet iyi biliyordu. İslam Birliğinin nüvesini oluşturduktan sonra, daha güçlü bir şekilde batı ülklerini ziyaret etmek istiyordu. İslam Birliğinin nüvesi olan D-8’i kurdu fakat hükümetin ömrü geri kalanını yapmaya yetmedi.   Bazıları anlayamıyor veya anlamak istemiyor, Amerika ve Batı için kullanılan ‘stratejik müttefiklik’, ‘dost iki ülke’ ifadelerinin gerçekliğinin olmadığını. Bunu anlamayanlar, büyük heyecanlarla, ‘batının değerlerini prensip edinerek yüzümüzü doğuya çevirmeliyiz’ mahiyetinde yazılar kaleme alıyor, bir sürü laflar sarfediyor. İşin hakikatine bakıltığında, bu lafların hak ile hiçbir irtibatı olmamasından dolayı hiçbir kıymeti harbiyeside yoktur. Hergün kanımızı donduran, tüylerimizi diken diken eden, içimizi acıtan onlarca hadise vuku buluyor. Bu sonuçların birden çok nedeni olmakla beraber asıl sebebi, Müslümanların bir araya gelemeyişidir. Batı, yıllarca İslam ülkelerini sömürdü, sonra İslam ülkelerine saldırdı, onlarca masumu katletti ve Müslümanların topraklarını işgal etti, şimdi ise Müslümanları birbirlerine kırdırmaya çalışıyor. Gelinen noktada bugün, dünden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız vardır.   İslam Aleminin bir araya gelmesi, ortak hareket etmesi düşmanlarını korkutacaktır. İfade ettiğimiz gibi, batı ancak ve ancak güçten anlar.   İki örnek vermek istiyorum;   - Hasta adam olarak görülen Osmanlının son dönemleri günümüz Türkiye’sinden farksızdı. Nasıl ki bugün, Emperyalist ülkeler Türkiye’yi çökertmek için PKK’yı silahlandırıp, koruyup kolluyor ve azınlıkları kışkırtıyorsa, o dönemde de azınlıkları kışkırtıp onları silahlandırıyordu. Bir diploması ve Siyaset dehası olan Abdulhamit, yapılanları görünce erken tedbir almak için Yıldız Teşkilatını kurdu. Yıldız Teşkilatı aracılığı ile de İRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu)’yı kurduttu. İRA, Abdulhamid’in telimatlarını yerine getirdikçe İngilizlerin sinirleri bozuldu ve işleri sarpasardı. Dolayısıyla İngilizler, Osmanlı ile fazla uğraşamamış böylelikle imparatorluğun ömrü uzamıştı. Fransa Kralının “Gece kraliçeyle yatarken acaba Abdülhamit’in ajanı var mı diye sağımı solumu kontrol ederim” sözü bile Abdülhamit’in ne büyük bir İstihbarat teşkilatına sahip olduğunun bariz bir göstergesidir.   - 1995 yılında seçimlerden birincilikle çıkan Refah Partisine hükümeti kurma görevi verilmedi. Ancak, kurulan Ana-Yol Hükümetinin ömrünün fazla uzun olmadığı da aşikardı. Ana-Yol Hükümeti devrildikten sonra Refah Partisi iktidara geldi. Refah Partisinin iktidara gelişine ses çıkarmayan güçler, Refah Partisini başarısız kılarak itibarını sarsmayı amaçladılar. Ama umdukları gibi olmadı. Ekonomik olarak ülke kalkındı, yeni yatırımlar yapıldı ve PKK organizeli tek eylem yapamadı. Bunun altında yatan bir çok sebepten bir tanesi şudur; Erbakan, seçimleri kazandıktan sonra, Başbakan olmadan evvel Amerika’ya bir ziyaret yaptı. O zamanın Kartel medyası Erbakan için “Amerika’ya icazet almaya gitti” ifadelerini kullandı. Halbu ki Erbakan Amerika’da, Müslüman azınlıkların liderleriyle görüşmüştü. Erbakan, Amerika’dan döndükten sonra Prof. Kamalak’ın büyük gayretleriyle, Ana-Yol Hükümeti düşürüldü. Refah Partisi hükümeti kurduktan sonra Başbakan Erbakan’ın ilk ziyaretçisi Nation of Islam (İslam Milleti)’ın lideri Louis Farrakhandı. Bu ziyaretten dolayı o dönem Erbakan’a büyük eleştiriler yapıldı. Amerika ile aramız bozulacak gibi korkularla Erbakan hedef tahtasına oturtulmak istendi. Louis Farrakhan, ABD’ye döndüğünde ABD tarihinin en büyük mitingi ve yürüyüşü Beyaz Sarayın önünde yapıldı. CNN muhabiri mitingde tek kelime ne Türkiye’nin ne de Erbakan’ın adı geçmediği halde “Bu mitingin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanından bağımsız olmadığını düşünüyoruz” açıklaması aslında her şeyi açıklamaya yetiyordu. Erbakan, İslam toplumları ve ülkeleri ile irtibatını kullanmış ve Amerikayı tehdit etmişti. Fakat, ne zaman ki İslam Birliğinin nüvesi olan D-8’i kurdu ve ekonomik bağımsızlığın adımlarını attı, Siyonizm tüm gayretini ortaya koyarak ve yerli işbirlikçilerini de sahaya sürerek Erbakan Hükümetini devirdi. Çünkü, İslam Birliği batının en korkulu rüyasıdır. D-8, onların dizlerinin titremesi için yetmiş ve artmıştı bile.   Bu iki örnek gibi tarihten onlarca misal verilebilir. Ancak yazımız açısından yeterlidir. Dolayısıyla güç, birliktedir. İslam Birliği Ümmeti Muhammed’in ve Biladi İslam’ın kurtuluşunun tek çaresidir. Birlik ve beraberlikten ve İslam’a sarılmaktan başka çıkış yol yoktur. Bayramlarını bile aynı gün idrak edemeyen bir topluluk haline geldik dağınıklık ve bölünmüşlüğümüzden dolayı. Allah birlik ve beraberlik şuurunu hepimize nasip etsin.   Selam ve dua ile….